İzmir’in Türkiye’nin diğer illerinin hepsinden daha farklı olduğu, İzmirlilerin yaşam tarzlarından, ödün vermeyi sevmediği, gönlünce yaşamak istediği herkesçe bilinen bir gerçektir. Birçok şeyi kendi verdiğimiz isimlerle ifade etmeyi de severiz. Pekçok kez çeşitli makalelerde yazılmıştır. Kayık tabağına “ Piyata “ deriz, ayakkabıya “ Potin “. Kızdığımız zaman “ Asfalyalarımız atar “ , hemzemin geçitlerdeki bariyerlere […]
İzmir’in Türkiye’nin diğer illerinin hepsinden daha farklı olduğu, İzmirlilerin yaşam tarzlarından, ödün vermeyi sevmediği, gönlünce yaşamak istediği herkesçe bilinen bir gerçektir.
Birçok şeyi kendi verdiğimiz isimlerle ifade etmeyi de severiz. Pekçok kez çeşitli makalelerde yazılmıştır. Kayık tabağına “ Piyata “ deriz, ayakkabıya “ Potin “. Kızdığımız zaman “ Asfalyalarımız atar “ , hemzemin geçitlerdeki bariyerlere “ tantan “ deriz. Yemeğe çıkalım dediğimizde aklımıza r..ı balık gelir. Boyozumuz, kumrumuz pek meşhurdur. Çiğdem çitler muhabbet ederiz. Hiç unutmam, farklı bir ilden gelen bir akademisyen arkadaşıma karışık kumru yiyelim dediğimde “ Hocam ben kuş eti sevmem “ demişti. Bizim kumru sandviçimizi kumru kuşu zannetmiş.
Velhasılı kelam, özel bir kentin özel insanlarıyız. Bu özelliğimizin nerelere kadar uzanabildiğini geçenlerde geç vakit konaktan bindiğim bir tramvay yolculuğunda bir kez daha hissettim. Olan şu; Bir durak sonra tramvaya binen iki genç gitarlarını çıkartıp şarkı söylemeye başladı, çok da güzel söylüyorlardı, herkes çok mutluydu ama nedense iki durak sonra indiler. Yolcular hep bir ağızdan aaa, niye gittiler derken, yanımdaki genç 60’lardan bir şarkıyı hafiften mırıldanmaya başladı, çok iyi bildiğim bir şarkı olduğu için ben de usulca katıldım. Bir de ne duyayım, birkaç koltuk ötede oturan orta yaşlı bir bayan şarkıya daha yüksek perdeden katıldı, biraz sonra vagonun arkalarından yine 40’lı yaşlarda bir bey de bizimle söyledi. Şarkı bitince tüm vagon alkışladı.
Şarkı bitince ortalığı kaplayan sessizlikte, birden bir başka ses yükseldi. Deminki orta yaşlı bayan Elvis Presley’in meşhur şarkısı Spanish Eyes’ı söylemeye başladı. Arkadaki bey, vagondaki birkaç kişi daha şarkıya katıldı. Ben de durur muyum, bende katıldım koroya. Şarkı, türkü son durağa geldik. İnerken herkes birbirini tebrik etti, gülen yüzlerle geceye karıştık.
Türkiye’nin bir başka ilinde böyle bir tablo yaşanabilir mi bilmiyorum. Ama İzmir’de, yerli köklü İzmirlilerin hayata bakış açısı bu. Birbirini seven, birlikte yaşamaktan hoşnut olan insanlar topluluğuyuz. Farklıyız, farkımızı yaşamayı seviyoruz. Şu veya bu şekilde İzmir’e göçenler içinde zaman zaman bu tabloyu hazmedemeyenler de çıkıyorsa da, gelenler genellikle bize ayak uyduruyorlar.
Bu ayak uydurma meselesi önemli. Sadece İzmir’de değil her yerde zamana, değişen anlayışlara direnmeyip daha uygar, daha çağdaş, daha hoşgörülü, daha demokrat davranmayı becerebilmek gerek. Kimse kimsenin yaşam tarzına karışmadan, kimse kimseye farklı bir yaşam tarzı dayatmadan bir arada yaşayabilmek bu yüzyılın en geçer akçe felsefesi olmalı.
Önümüz seçim. İzmir’imizi yönetmeye talip partiler ve onların adayları çalışmalara başladılar. İzmir belediye başkanları sadece kenti değil, İzmir’in özgür ruhunu da kavramak zorunda. Adaylar şunu iyi bilmelidir ki; İzmiri yasaklarla yönetmek mümkün değildir. İzmirli gençler için kordonda çimlerin üzerinde bira içmek, müzik gruplarının izmirin dört bir köşesinde halka açık konserler vermeye devam etmesi, hıdrellezde sokaklarda ateşler yakmak, sevgilisine sarılıp sokaklarda elele yürümek ve burada sayamayacağım daha onlarca özgürlük İzmir’in, İzmir’lilerin olmazsa olmazlarıdır.
Sadece 20 yaş altı gençler için mi?, tabii ki hayır İzmirde her yaştan genç vardır. Şu yukarıda saydıklarım İzmirde yaşayan, kendisini İzmirli hisseden yedi’den yetmişe her yaştan gençlerin olmazsa olmazlarıdır. İzmir’i yönetmeye talip tüm adaylar bunu böyle bile.