Eldorado efsanesi ile başlayalım. Eldorado efsanesi, 16. yüzyılda Güney Amerika’nın keşfi sırasında Avrupalı kaşifler ve İspanyol konkistadorlar arasında yayılan ve büyük bir altın ülkesinin varlığını iddia eden bir hikayedir. Efsane, zamanla altınla kaplı bir şehir veya krallık arayışına dönüşmüştür. Efsanenin kökenlerinden biri, Kolombiya’daki Muisca halkının zengin ritüellerinden ve geleneklerinden gelmektedir. Muisca halkı, And Dağları’nın doğu […]
Eldorado efsanesi ile başlayalım.
Eldorado efsanesi, 16. yüzyılda Güney Amerika’nın keşfi sırasında Avrupalı kaşifler ve İspanyol konkistadorlar arasında yayılan ve büyük bir altın ülkesinin varlığını iddia eden bir hikayedir. Efsane, zamanla altınla kaplı bir şehir veya krallık arayışına dönüşmüştür. Efsanenin kökenlerinden biri, Kolombiya’daki Muisca halkının zengin ritüellerinden ve geleneklerinden gelmektedir.
Muisca halkı, And Dağları’nın doğu kısmında, bugünkü Kolombiya’nın Cundinamarca ve Boyacá bölgelerinde yaşamıştır. Eldorado efsanesi ile bağlantılı olarak anlatılan en önemli ritüellerden biri, Guatavita Gölü’nde gerçekleşen bir törendir. Bu tören, Muisca halkının hem dini hem de idari liderini seçme sürecinin bir parçasıydı. Seçilen lider, “El Dorado” ya da “altın adam” olarak bilinir, vücudu ince altın tozuyla kaplanır ve kutsal Guatavita Gölü’ne girerek yıkanırdı. Bu, liderin ve toplumun arınması ve kutsanması için yapılan bir ritüeldi.
Bu tören sırasında, seçilmiş lider göle altın ve değerli eşyalar atardı. Bu adet, bereket ve bolluğun artacağına inanılan bir teklif olarak kabul edilirdi. İspanyol konkistadorlar ve diğer Avrupalı kaşifler bu töreni duyduklarında, hikayeyi yanlış yorumladılar ve bu bölgede muazzam miktarda altın bulunduğuna inanmaya başladılar. Bu yanlış anlama, altın arayışıyla ilgili sayısız keşif seferine ve Eldorado’nun efsanevi şehrini arama çabalarına yol açtı.
Eldorado efsanesi, Avrupalıların Güney Amerika’ya olan ilgisini ve bölgedeki altın arayışını ateşleyen önemli bir faktör oldu. Ancak, aranan efsanevi şehir veya krallık hiçbir zaman bulunamadı. Eldorado hikayesi, zaman içinde değişikliklere uğrasa da, Güney Amerika’nın kolonizasyon tarihinde önemli bir yer tutmaya devam ediyor. Bu efsane, aynı zamanda, bölgenin yerli halklarının zengin kültürel mirasının ve ritüellerinin yanlış anlaşılmasının ve çarpıtılmasının bir örneği olarak da görülebilir.
Ancak zipav göle atlamadan önce halkın ileri gelen adamları ve din temsilcilerince balmumuna benzer bir madde ile çırılçıplak iken sıvanır üstü tümü ike kaplanacak şekilde altın parçaları ile kapatılırmış. Bir sala binen zıpav ın salıda altın kaplama imiş yanında daha alt mevkideki din temsilcileri otururmuş. Sal güneşin parladığı bir anda göle açılır. Zıpav ve sal güneş altında parlarmış. İspanyollar Colombiaya geldiğinde bu töreni duyar ve izlerler. Aralarında Colombia altın adam, altın gemi, altın ikram vs abartılarak uzun yıllar konuşur. Bu söylemler ispanya ta da dağılır. Ancak öyle bir değişime uğrarki törende görülenlerin anlatımı Colombia da Eldardo bölgesinde heryerin altın olduğuna dönüşür. Güçlü döneminde İspanyollar bu eldorado bölgesini bulmaya çalışır öğrenemez çünkü bir efsanedir öyle bir yer yoktur. Ancak bu eldaroda bulma çatışmalarında yüzbinlerce insan ölür. Sonuçta 1820 li yıllarda ispanyollar kolombia yı terk eder. Ama bu hikaye gölün suyunun boşaltılıp altınlarının alınmasına kadar sonuçlar doğurur. Sonra gerçek olmadığı bir bilim insanınca ispat edilir. Colombia da Altın müzesini gezdik hikayeyi orda dinledik.
Sabah, Mossarati tepesinden kenti izleyerek başlamanız, gününüzü güzel bir manzara ile karşılamanın eşsiz bir yolu olmalı. Mossarati Tepesi, adını duyduğumuzda, yüksek bir noktadan geniş bir alana bakma imkânı sunan, etrafı yeşilliklerle çevrili, belki de şehrin üzerine hakim bir konuma sahip olabilecek kurgusal bir yer olabilir. Bu tür bir yerden şehri izlemek, güne sakin ve huzurlu bir başlangıç yapmak için mükemmel bir seçenektir. Şehrin uyanışını, güneşin binaların üzerinde yavaşça yükselişini ve sokakların hareketlenmeye başlamasını izlemek, günün geri kalanı için pozitif bir enerji sağlayabilir. Bu tür manzaralar, genellikle fotoğrafçılar, doğa severler ve şehrin günlük koşuşturmacasından bir nebze olsun uzaklaşmak isteyenler için popüler noktalardır. Mossarati Tepesi’nden şehri izlemek, aynı zamanda şehrin mimarisine, yapısına ve doğal güzelliklerine daha yakından bakma fırsatı sunar. Bu, şehirle ilgili yeni keşifler yapmak ve onu farklı bir perspektiften görmek için de bir fırsat olabilir.
Öğleden sonraki şehir turumuz, Kolombiya’nın zengin kültürel ve tarihi dokusuna derinlemesine bir bakış sundu. Kolombiya Senatosu ve tarihi mahkeme baskınının gerçekleştiği bina gibi yerleri görerek, ülkenin siyasi ve hukuki geçmişine dair önemli bilgiler edindik. Eskiden Pablo Escobar gibi isimlerle anılan Kolombiya, artık modern ve canlı bir ülkeye dönüşmüş durumda.
Bogotá’nın düzenli sokakları, yeşil alanları ve modern mimarisi, Kolombiya’nın bu dönüşümünü gözler önüne seriyor. Şehir, sanat galerileri ve restoranlarla dolu canlı kültür yaşamı sunuyor. Ancak, gece saatlerinde şehrin daha riskli yönleri de ortaya çıkabiliyor, bu da dikkatli olmayı gerektiriyor. Yine de, Kolombiya’nın güvenlik önlemleri ve toplumsal iyileştirmelerle daha güvenli bir hale geldiğini görmek umut verici. Ziyaret edenlere, Kolombiya’nın tarihini ve kültürünü keşfetme ve şehir yaşamının dinamiklerini anlama fırsatı sunuyor.
Zipaquirá’nın Tuz Katedrali’ne yaptığımız gezi, gerçekten unutulmazdı. Yerin altında, devasa tuz rezervlerinin kalbinde gizlenmiş bu muhteşem yapıya adım atmak, başka dünyadaymışım gibi hissettirdi. Tuzdan oymalar ve ışıklandırmaların yarattığı atmosfer, hem huzurlu hem de mistikti. Katedralin içinde dolaşırken, madencilerin koruyucu azizine adanmış şapellerin hikayelerini öğrenmek, bu yerin sadece bir turistik cazibe noktası olmadığını, aynı zamanda derin bir manevi anlama sahip olduğunu fark ettim. Tuz Katedrali, Kolombiya’nın kültürel zenginliğini ve halkının yaratıcılığını gözler önüne seren, kesinlikle görülmesi gereken bir yer.